Başkanlardan Başkan Beğenmek – Özgür Erdoğan

0
523

Kral Midas bir gün kendi gül bahçelerinin birinde yürüyüş yaparken güllerin arasında uyuyakalmış Satiros ile karşılaşır. Onu uyandırır ve kendi sarayında 10 gün boyunca konuk eder, onunla ilgilenir. Dionysos, bu durumdan oldukça hoşnut olur. Kral Midas’a, onu mükafatlandırmak için ne isterse yapacağını söyler. Frigya kralı, o kadar malı mülkü, gücü ve kudreti olmasına rağmen daha da zenginleşmek ister. Dionysos’tan dokunduğu her şeyi altına dönüştürmesini ister. İsteği anında yerine getirilir. Dokunduğu her şey altına dönüşen Midas oldukça mutludur. Ta ki, içeceği su, yiyeceği yemek, dokunacağı dostları altına dönüşene dek. O artık dünyanın en zengin insanı fakat aynı zamanda en aç, en susuz ve en yalnız insanıdır. Aç gözlülüğünün bedeli ağır olmuştur…

Yıldırım Bayezid’e adının başındaki ünvanı kazandıran şey, sahip olduğu kuvveti fevri bir şekilde, fütursuzca kullanması olmuştur. Bir satranç ustası olan Moğol imparatoru Timur, onun bu özelliğini bildiği için sinsice bugünkü Ankara civarına çekmiş, onun agresif saldırılarına karşı bir kaç basit taktikle karşılık vermiştir. Nihayetinde güçlü, kuvvetli, fevri, Bayezid kendini pek de uzun sürmeyen savaşın sonunda Timur’un çadırında tutsak olarak bulmuştur.

Zenginlik ve güç istenci, doğanın akışına aykırı bu iki eğilim, her zaman insanlığın başına büyük dertler açmıştır. İnsanlığın arasına bu iki ölüm tohumunu saçan tanrılara ve krallara methiyeler düzen mitolojilerde ve metinlerde bile bundan yakınılır. Nihayetinde, öldüklerinde ya da güçlerini yitirdiklerinde kendini güç ve zenginlik denizinde paralayan bu “tarihi kişilikler” hırslarıyla boğazına çöktükleri insanlar, yani halklar tarafından alaya alınarak yad edilirler. O yüzden krallar kralı Midas eşek kulaklıdır. İşte o yüzden, futursuz ve agresif Bayezid bir yıldırım gibi gelip geçmiştir bu dünyadan.

Tarihi neredeyse 10.000 yıl öncesine kadar giden Ankara’dan bir çok efsanevi kişilik gelmiş geçmiş, geçtiğimiz 25 sene içerisinde de bunlara bir yenisi daha eklenmiştir: Yağmacı devlet anlayışının yereldeki en büyük temsilcisi olan diğer meslektaşları gibi yalan, dolan, hile, hurda ve rant peşinde koşan bu zat-ı muhterem, insanda sinir bozucu etkiler yaratan farklı kişiliği ile ön plana çıkmıştır.

Basın toplantılarında ve kendi sahibi olduğu televizyonda gevrek gevrek sırıtarak durmadan yalan söyleyen ve görev süresi boyunca oğulları ile beraber sürekli zenginleşen başkan, bir çok Ankaralıya göre Ankara’nın başına gelen en kötü şeydir. Evet, doğrudur, bay başkan Ankara’nın başına gelmiş en güzel şey değildir. Fakat bir şeyin en kötü olmasının “var olan kötüyü” gölgelemesine fırsat vermeden bakalım kötünün kötüsünün icraatlarına:

“Tükürürüm Ben Böyle Sanatın İçine…”

1994 yılında, Ankara’yı yeniden dizayn etmeye girişen başkan, her şeye heykellerden başlamıştır. Mehmet Aksoy’un Altınpark’taki “Periler Ülkesi” isimli heykelini müstehcen bulduğunu söyleyerek kaldırtmış. Yapılan eleştirilere ise “Ahlaksızlığın adını sanat koymuşlar, tükürürüm ben böyle sanatın içine …” diyerek cevap vermiştir. Başkan sanat sevmiyordur. Periler ülkesi gibi bir çok heykel ve eser Ankara’nın meydanlarından kaldırılmış ya da yeri değiştirilmiştir. Yerlerine Çaydanlık, dinozor ve transformers heykelleri yerleştirilmiştir. Atatürk Orman Çiftliği Kavşağına yerleştirilen dinozor heykelinin maliyeti 10 milyon liradır.

“Bak karşı çıkanlara bir şey diyeceğim. Ankapark açıldığında parka gelirseniz yüzsüzsünüz”

Başkan 1 milyar 450 milyon liraya, AOÇ’nin olduğu yere Ankapark isimli bir eğlence parkı açtırmıştır. Fakat Ankaralılar parka ilgi göstermeyince eleştiriler başlamış, başkan bu eleştirileri alışıldık üslubuyla karşılamış, Twitter’da kendisini eleştirenlere yönelik son derece mızmız cevaplar vermiştir:

“Bak karşı çıkanlara bir şey diyeceğim. Ankapark açıldığında parka gelirseniz yüzsüzsünüz”

“Bana şeref sözü verir misin? Açılınca sen Ankapark’a gelmeyeceksin, çoluğunu çocuğunu eşini dostunu getirmeyeceksin…”

Fışkıyeyi Kim Kırdı?

2013 yılında yaşadığımız coğrafyanın neredeyse her bir yanı Taksim – Gezi isyanı ile çalkalanırken bir sabah Twitter’dan acı bir çığlık yükseldi. Bay başkan soruyordu.

“Belediyenin önündeki fışkiyeyi kim kırdı?!”

Battı Çıktılardan Çıkamayanlar

Başkan şehrin dört bir yanını battı çıktılarla donatmıştır. Her yol başında 2’ye, 3’e, 4’e bölünen yollar yüzünden birçok Ankaralı bile yolunu bulamaz hale gelmiştir. Üstüne üstlük Ankaraya deniz getirme espirisi bu battı çıktılar sayesinde “rüyaydı gerçek oldu” olmuştur. Bu battı çıktılarda boğulan minibüs ve araba sayısı halen tespit edilememiştir.

“4,5 km’lik yolu bir gecede açarak Büyükşehir Belediyesi bir rekora daha imza attı”

Başkan rekor üstüne rekor kırıyordu. En büyük rekorlarından birini bir gecede 3.000 ağaca kıydığı ODTÜ ormanı katliamında gerçekleştirdi! ODTÜ öğrencilerinin bazı akademisyenlerin ve neredeyse bütün toplumsal muhalefetin karşısında durduğu bir yol projesi için defalarca girişimde bulunmuş fakat direnişçilerin kararlılığıyla geri püskürtülmüştü. Fakat bir gece ansızın 100 iş makinesi, 400 kamyon ve yüzlerce polisle ODTÜ ormanına girmiş, sabah adeta bir çöle dönüşmüş orman arazisini göstererek rekoruyla övünmüştü. Başkanın ODTÜ projesi Ahmet Atakan’ın hayatına mal oldu. Ahmet Atakan, Antakya Armutlu Mahallesi’nde katıldığı eylemde polis tarafından katledildi.

Nereden Başlasak, Nerede Bitirsek?

Başkan için oyun bitti. Onun yerini daha “normal” bir başkan aldı. Dinozor heykelleri yerinden kaldırıldı. Kırılan fıskiyenin yerine konulan fıskiye de kaldırıldı. Bazı yarım kalan projeler durdurulurken bazılarına devam edildi. Nihayetinde, Ankara “normale” döndü. Kiminin gizliden gizliye, kiminin açık açık içinin yağları eridi. Elbette, ayağı kayan bir muktedirin alacağı en güzel hediye toplumun alaylarıdır. Başkan da bundan payına düşeni almıştır.

Peki, gelen gideni aratacak mıdır? Ya da “normal” nedir? Coğrafyamızda hatta neredeyse tüm dünyada süratle devam eden rant ve talan politikaları, ekolojik yıkımlar, emek sömürüsü bitecek midir? Bekleyip göreceğiz diyemiyorum çünkü beklediğimizde kaç çeşit başkanla karşılaşacağımızı biliyorum. Bekleyip görmek yerine, görüp değiştireceğiz; yaşadığımız yerlerin kaderini başkanların patolojisine değil, orada yaşayan bizlerin tercihlerine bırakacağız, diyorum.

Özgür Erdoğan

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz