“Boğazımıza kadar bok içindeyiz, bu doğru ve işte bu nedenle başımız dimdik yürüyoruz.”
Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü, Deli karakteri
Bazılarımız meçhul ölür. Bazen işten eve dönerken, bazen çalıştığımız gazetenin önünde sırtımıza saplanır kurşun; bazense yaşadığımız mahalleye saldıran kolluk kuvvetinin silahındandır ölümümüz. Gözaltına alınır kaybediliriz, evimiz basılır katlediliriz… Ya da bazen hikayemiz Pinelli’ninkine çok benzer. Zaman, mekan ve araçlar değişir belki ama katleden her zaman aynıdır.
Dönemin İtalya’sında yükselen devrimci muhalefet, devlet yöneticilerini ve patronlarını tedirgin etmeye başlıyordu. Özellikle İkinci Dünya Savaşı döneminde faşist diktatörlüğe karşı gösterilen kahramanca direnişin etkisiyle anarşizm, işçi ve gençlik hareketlerinde hızla toplumsallaştı. Derken 70’li yıllara bir kala Milli Tarım Bankası’nda bir bomba patladı, 13 kişi yaşamını yitirdi, 88 kişi ise patlama sonucu yaralandı. Benzer birçok hikayede olduğu gibi devlet bu olaydan anarşistleri sorumlu tuttu. Milan’ın yoksul işçi mahallelerinde büyüyüp mücadeleye atılmış iki yoldaş, Giuseppe Pinelli ve Pietro Valpreda, elde herhangi bir delil olmamasına rağmen devletin hedefi haline getirildiler. Resmi ağızlar tarafından inkar edilse de onlar anarşist oldukları için suçlanmışlardı, tıpkı aynı yazgıyı paylaşan Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti örneğinde olduğu gibi, tarih bir kez daha tekerrür ediyordu.
16 yıl boyunca katil devletin adaletsizliği tarafından tutsak edildikten sonra, Pietro Valpreda’nın “suçsuz olduğu” anlaşıldı. Pinelli’yi ise farklı bir son bekliyordu. Pinelli, gözaltına alındığı karakoldaki sorgusu sırasında dördüncü kattan aşağı atıldı. Olay polis kayıtlarına “kaza sonucu ölüm” olarak geçecekti.
Bombanın gerçek sorumlularından Vincenzo Vinceguerra, yıllar sonra gerçekleştirdiği günah çıkarma seansında, saldırıyı dönemin hükümetince olağanüstü hal ilan edilebilmesi amacıyla gerçekleştirdiklerini söylüyordu. Bombalamaların devrimcilerle ilişkilendirilmesi, ilan edilmeye hazırlanılan OHAL’in meşrulaştırılmasını sağlayacaktı.
“Tiyatromuzun yaşayan bir tiyatro olduğunu, insanların konuşulduğunu duymak istedikleri gerçeklerden söz eden canlı bir tiyatro olduğunu ortaya koymak gerek.”
İşte oyun yazarı, ressam Dario Fo’nun 1970 yılında bu olayların “konuşulduğunu duyurmak” için kaleme aldığı “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”, uzak diyarlardan olan ama bizdekilere hayli yakın bir hikayeyi anlatıyor. “Kazayla” yiten anarşist Giuseppe Pinelli özelinde, dünyanın bütün “yanlışlıkla” katledilenlerinin hikayesini…
Dario Fo artık eskisinden daha fazla rahatsızlık veriyor, devlet şiddetinin arttığı, gözaltında kaybedilen, işkenceyle katledilen yakınlarını arayan Cumartesi annelerinin de şiddetten payını aldığı bu günlerde Fo’yu okumak, sergilemek, aynı zamanda bize dair bir şeyler okumak ve sergilemek anlamına geliyor.
İtalya’nın halk tiyatrosu olarak nitelendirebileceğimiz Commedia dell’Arte akımının temsilcisi olan Fo, oyunun coğrafyamızda Devlet Tiyatroları’nda yasaklanan oyunlar arasına girmesi üzerine verdiği bir röportajda “Yasaklanan dört yazardan hayatta olan tek kişi benim. İkinci kez Nobel ödülü almış gibi hissediyorum” diyordu. Bizler Dario Fo’ya yeni bir Nobel kazanmak kısmet olmasın diye umarken, onun ölüm haberini almıştık.
“Kaza” sonucu katledilmeler, gözaltına alınıp kaybedilmeler, faili meçhuller bugün coğrafyamızda ve dünyanın farklı coğrafyalarında hala yaşanırken; hikayeleri unutturup, oyunları yasaklayanlara karşı “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”nü ve ürettikleriyle devletleri her daim rahatsız edenleri hatırlıyoruz. İçinden geçtiğimiz Ekim ayına özel ise kaybedişimizin ikinci yılında Dario Fo’yu hatırlamaya ve hatırlatmaya…