Hepimiz Pitbull’uz – Aslan Kızılçay

0
1097

“Mülteciler, işimizi elimizden alıyorlar’’, “Çingeneler hırsız”, “LGBTİ, çocuklarımızın ahlâkını bozuyor”, “Kürtler hain” “onlar terörist”, “bunlar sapkın”, ve tabii ki “Pitbullar canavar”!

Her biri kendi içinde ayrı bir suç taşıyan bu cümleler, farklı ağızlardan farklı bahanelerle çıkmış gibi dursalar da aslında aynı iktidarlı dili; aynı ayrıştırıcı, hedef gösterici üslubu taşıyor. Bireylerin kendi seçimleri olmaksızın doğduğu coğrafyayı, cinsel yönelimini, ten rengini, kaşını, gözünü kanıt göstererek hayali sabıka kayıtları oluşturmak; hiç şüphesiz devlet aklının asla değişmeyen ve bireyleri yığınlaştırma, her şeyi nesneleştirme, halkları halklara düşman etme, yaşama dair ne varsa bölerek, parçalayarak yönetme politikalarının net bir tezahürü.

Yaşamın kendisine düşman bu iktidar sahipleri hangimizin gerekli, hangimizin toplum için tehlikeli olduğuna da karar verme haddine sahip. Bu iktidar sahiplerinin tüm insanlığa karşı ırkçı, ayrımcı politikalarına aşina olan bizler için, son zamanlarda diğer hayvanlar üzerinden devam ettirilen insan merkezci, türcü söylemler de tabii ki sürpriz değil. Yüzyıllardır insanları din, dil, coğrafya, cinsiyet, cinsel yönelim üzerinden çıkarları doğrultusunda ayrıştıran, kategorize eden bu sistem; hangi kategorinin faydalı hangisinin “tehlikeli” olduğunu belirlemeye de devam ediyor. Tabii ki yalnızca “insan” üzerinden değil, tüm canlılar üzerinden.

Pitbull’lar ile ilgili yasa önerileri, zaten birkaç yıldır mecliste gündeme alınıyor olsa da son dönemde arttığı iddia edilen bazı “köpek saldırısı” vakaları gerekçe gösterilerek ve sosyal medyada tekrar tekrar fitillenerek, katliam çağrıları yapılıyor. Özellikle Pitbull cinsiyle ilgili “toplu uyutulma” türü öneriler; gerek medya, gerek sosyal medya gerekse de meclis gündeminde olsun, en “hayvanseveri” tarafından bile “ama onlar saldırgan” tarzı argümanlarla destekleniyor. Tıpkı bazı ötekiler söz konusu olduğunda da yine en özgürlükçü geçinenlerin “ama onlar…” şeklindeki argümanları gibi.

Pitbullara dönecek olursak; bu cins, ilk olarak 19. yüzyılda İngiltere’de Bulldog/Mastiff türüne ait agresiflik derecesine göre seçilen köpekler ve Terrier cinsi köpeklerin, tamamen yüklü miktarda paraların döndüğü köpek dövüşlerini domine edebilecek yeni bir cins yaratma amacıyla; çiftliklerde birçok farklı cinsle yürütülen melezleme metodları kullanılarak ortaya çıktı. Çevikliğini Terrier’den, gücünü Bulldog/Mastiff’ten alan bu cins, dönemin Londra’sında yüksek sosyete ve İngiliz aristokrasinin pek bir sevdiği kanlı köpek dövüşleri için yetiştirilmişti. Rat-baiting adı verilen ve bir köpeğin en az 30 aç bırakılmış sıçanın ortasına bırakılıp, köpeğin sıçanları veya sıçanların köpeği parçalaması beklenen bu dövüşler, çoğunlukla dönemin İngiltere’sinde üst sınıf erkekler arasında popüler olan “Gentleman Club” üyelerinin ilgilendiği kanlı bir etkinlikti.

Bu etkinliklerin yasaklanmasıyla dövüşler o dönem için yeraltı organizasyonlarının gizliliği açısından daha “güvenli” olan İrlanda’ya kaydı. Ardından İrlandalı göçmenlerin çalışmak için ABD’ye gelmeleriyle bu yeni cins, burada da tanınır oldu. Fakat gece-gündüz, mesai kavramı olmaksızın çoğunlukla kaçak olarak zorlu işlerde çalışan İrlandalı işçiler, mecburen evlerini ve hatta bebeklerini, çocuklarını yanlarında getirdikleri bu Pitbullara emanet ettiler.

Pitbulların çocuklara göz kulak olmak ve ev beklemekteki maharetleri çok geçmeden ABD’de yayıldı ve İngiltere’nin “neck crusher” (boyun ezici) lakabıyla ünlenen köpeği ABD’de bir süre sonra “dadı köpek” adıyla bilinmeye başlandı. Fakat yeraltı köpek dövüşlerinin de ABD’ye aynı yollarla gelip, bahis piyasasında yeni bir kanal olarak popülerliğinin artmasıyla çoğunlukla yine dövüş amaçlı yetiştirilmeye devam edildi.

Pitbulların, bir coğrafyada belirli eğitim ve koşullar altında “boyun ezici”, başka şartlarda ise “dadı köpek” olması bile Pitbull cinsinin imajı, bu cinse sahip olan bireylerin karakteristiği konusunda ve tabii bunlardan yola çıkarak gerçek katilin kim olduğu konusunda bize yeterli ipucu vermektedir.

İktidar ve mülkiyet ilişkilerine dayalı bu sistem, nasıl açlık, sömürü, kısıtlama, baskı vb. yollarla en masum olanımızdan bir katil yaratabiliyorsa; yine bu sistemin getirileri olan, kâr hırsı, türcü otorite, güçlü hissedebilmesi için her daim kan görmesi gereken şiddet sevici “erkek” kafa yapısı da, pofuduk ve sarkık yüzlü bir şirinlik abidesinden pekâla bir canavar yaratabilir. Ve de tabii ki her vakada bizzat kendisinin yarattığı mağduru bize azılı suçlu olarak gösterir.

Aynı manipülasyonla mültecilerin neden evlerini terk edip, yabancı bir coğrafyada aç kalmamak için sigortasız ve asgari ücret altında çalıştığını ya da suça bulaştığını kimse sorgulamaz. Çünkü düşünmemize fırsat vermeden tüm basın ve medya suçluyu işaret parmaklarla gösteriverir. Biz “suçlu”yu linç ederken de sistem, yine suç ve nefret üzerinden varlığını meşrulaştırmaya devam eder.

Milyon dolarların döndüğü köpek üretimi endüstrisine dair en ufak bir yaptırımın veya herhangi bir suçlamanın bahsi geçmeden, Pitbullar ve sokak köpeklerinin toplatılıp; açlığa terk edilerek ya da doğrudan katledilmesi çözüm diye sunulur.

Devletin üzerinde hiç de emanet durmayan bu çözüm, son birkaç yılda; iktidar yalakası ve tescilli uyuşturucu taciri ünlüler, kendilerini özgürlükçü, demokrat veya muhalif gibi tanıtıp azınlıklar hakkındaki söylemleriyle Nazi propagandasını aratmayan sosyal medya trolleri gibi türlü türlü kanallarla hiç olmadığı kadar normalleştirilmeye başlanmıştır.

Özellikle kendilerini; liberteryen gibi yeni moda kavramlarla tanımlayan ve bireycilik ile bencilliği ayırt etme yetisinden dahi yoksun olduklarını her söylemlerinde belli eden bu kişiler; sokak hayvanları ile ilgili sunulan daha uygulanabilir çözümlere ise “sağlıklı barınaklar”, “benim vergim” diye başlayan cümleler ile karşı argümanlar üretirler, ki konu vergi olduğunda bu tür kişilerin hiçbir zaman makam arabalarından, saray kahvaltılarında eksik olmayan ithal beyaz çaydan, her akşam evimize dönerken yolumuzu kesen bekçilerin maaşlarından bahsetmediklerini görmek de, durdukları yerle ilgili yeterince fikir vermektedir.

Tabii yine aynı güruhun artık en ufak bir çekince dahi göstermeden dile getirdikleri; homo/transfobik, mülteci düşmanı, kadın düşmanı, Kürt düşmanı nefret söylemleri de öyle. Bir de ağızlara sakız olan bir “medeniyet” övgüsü vardır bu aklın: “Avrupa’da hiç sokak köpeği yoktur.” Afrikalı kölelerin sömürülmesiyle inşa edilen ve aynı köleleri işleri bittiğinde şehir meydanlarında kafeslere koyup “insan bahçeleri” adı altında egzotik metalarmışçasına seyrettiren, Nazizmi ve beyaz ırkçılığını yaratan Avrupa medeniyetine bu denli hayranlık duymaları da elbet boşuna değildir.

Sistem, bizleri ayrıştırmakta, birbirimizden uzaklaştırmakta, sömürmekte ve hayatlarımızı anlamsızlaştırarak bizi depresyonlara, cinnetlere, ruhsal sıkıntılara sürüklemekte, belki de yarının “canavarlarını” yaratmaktadır. Pitbullar üzerinde yapılan da tam olarak budur. Bu durumda da bizlerin, tüm ötekilerin, tüm istenmeyenlerin birleşip, örgütlenerek karşı koymaktan başka çaresi yoktur.

Hepimiz istenmeyeniz. Hepimiz Pitbull’uz!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz