Kropotkin 1877’de Paris’te, “Hapishanelerin Mahkûmlar Üzerindeki Moral Etkileri” başlığı altında verdiği konferansta akıl hastalarının durumundan da söz etmişti. Kropotkin’e göre onların zincirlerinden kurtulmuş olmaları yeterli değildi. Gerçekten sağlıklarına kavuşmaları isteniyorsa kapatıldıkları akıl hastanelerinden dışarı çıkarılmalıydılar. İşte o zaman “Özgürlük mucizeler gerçekleştirecekti”. Anarşist Kropotkin, bu savlarına bir de kanıt gösteriyordu: Geel adlı “deliler köyü”.
Geel, Ortaçağ’da Anvers (Belçika) yakınlarında küçük bir köydü. Burada putperest babası tarafından öldürülmüş ve akıl hastalarının koruyucusu sayılan Azize Dymna adına yapılmış bir kilise, kilisenin hemen yanında da bir şifa yurdu bulunuyordu. Akıl hastaları kötü ruhlardan arındırılmak (ekzorsize edilmek) üzere kiliseye getiriliyor, şifa yurdunda bir süre bakılıyorlardı. Ancak, getirilen hastaların sayısının giderek artması üzerine şifa yurdu barınma ihtiyacını karşılayamaz hale geldi ve kilise, köy halkından, hastaları evlerinde konuk etmelerini istedi. Köylüler bunu severek kabullendiler.
Böylece neredeyse her evde bir akıl hastası barınır oldu.
On üçüncü yüzyılda pratik nedenlerle başlayan bu uygulama, zaman içinde bir tedavi yöntemine dönüştü. Geel Köyü bir tür akıl hastaları kolonisi niteliği kazandı. Akıl hastalarının tahakküm altında olmadıkları, “akıllılarla” birlikte yaşadıkları bir koloni.
Geel Köyü “delileri” bağrına basmıştı. Akıl hastaları ve köylüler gündelik hayatın akışı içinde kaynaşmışlardı. Köylüler evlerine aldıkları hastaları ailenin üyesi kabul ediyor, onlara sofralarında yer veriyorlardı. Tarlada birlikte çalışıyor, köy şenliklerinde birlikte sarhoş oluyor ve eğleniyorlardı. Onları birbirlerine bağlayan kardeşçe sevgiydi. Bu bağ kolay kolay kopmuyordu. Kropotkin’in de belirttiği gibi, Geel halkı haykırıyordu: “Delilerinizi bize verin. Biz onların halinden, onların dilinden anlarız. Gönderin bize onları, özgürleştirelim.”
Aydınlanma’yı yayarak Avrupa’yı karanlıktan kurtarma misyonunu üstlenen Fransızlar, 1879’da yöreyi işgal ettiklerinde Geel’de bir kültün büyümüş olduğu gerekçesiyle buradaki şifa yurdunu kapattılar. Fakat köy halkının akıl hastalarını evlerine almalarını engelleyemediler. Geel, bu tarihten sonra da bir “deliler kolonisi” olmayı sürdürdü.
Geel bugün Anvers iline bağlı bir belediye. Aileler hâlâ akıl hastalarına bakıyorlar. Ancak bunun için hastaların “eleme”den geçmeleri gerekiyor. Daha açık bir anlatımla, belediye sınırları içindeki akıl hastahanesinde sıkı denetime tabii tutulan hastalar arasında ancak “tehlikeli” olmadıkları saptananların aileler arasında yaşamalarına izin veriliyor. Kısacası Geel’deki geleneksel komünal terapi günümüzde, merkezi otoritenin denetime girmiş ve kurumlaşmış bulunuyor.
Bütün anarşist komünistlerde olduğu gibi, Kropotkin’in düşüncelerinde de romantik bir Ortaçağcılık vardır. O da Ortaçağ’ın köy ve kasabalarındaki yüz yüze ilişkileri, dayanışmayı, lonca örgütlenmelerini, hayır kurumlarını yüceltir. Ortaçağ köylerini “karşılıklı yardımlaşmayla” işleyen ideal toplum kabul eder. Geel de böyle bir Ortaçağ köyüydü.
Darwin’in evrim kuramını eleştiren Kropotkin’e göre doğadaki canlıların hayatta kalabilmek için birbirleriyle ölümüne mücadele etmeleri kural değildir. Doğada esas olan dayanışma, yardımlaşmadır. Dayanışma insan toplumunun evriminde de önemli rol oynamıştır. Tarih boyunca ilkel komünde, Ortaçağ’ın köy ve kasabalarında, zanaatçi loncalarında hep dayanışma temel ilke olmuştur. Ancak, 16. Yüzyıl Avrupası’nda özel mülkiyet sisteminin yaygınlaşması ve modern devletin doğuşuyla birlikte kardeşçe ilişkilerin yerini göze göz, dişe diş bir rekabet almıştır. Geel’deki dayanışma ve karşılıklı yardım, kapitalizmin gelişimi içinde beliren ve bazı “altın kalpli kapitalistler” eliyle gerçekleştirilen hayır işlerinden farklıydı. Modern zamanlar öncesine özgüydü.
Kropotkin, Geel Köyü’nde Ortaçağ’a ilişkin ütopyacı ve romantik düşüncelerini zenginleştiren kanıtlar bulmuştu. Geel bir “kardeşlik toplumu”ydu. Tahakkümsüz, adaletli, paylaşımcı bir toplum.
Sevinç ve kederi paylaşan, gönüllü bir şekilde yardımlaşan, dayanışma içerisindeki insanların bir araya geldikleri komün.
Bu toplumda özgürlük mucizeler gerçekleştiriyor, toplumsal yaşam zaferler kazanıyordu.
Geel Köyü’ndeki komünal terapi insanların devlete ihtiyaç duymadan en ağır ve en yaşamsal sorunlarını dahi çözümleyebileceklerini göstermişti. Kropotkin, o dönemde sosyalistlerce savunulan “devlet eliyle sağlık hizmetleri” düşüncesini eleştirirken, Geel’de özgürlüğün yarattığı bu mucizeyi kanıt olarak öne sürüyordu. Kropotkin’e göre sağlık devlete bırakılmayacak kadar ciddi bir sorundur. Devlete, diğer alanlarda olduğu gibi, bu bakımdan da güvenilmez. Çünkü bürokrasiyi yaşamın acilliğinin önüne geçirmekten çekinmez.
İnsancıl davranışların, kardeşçe ilişkilerin yarattığı bu komünal tedavi bugün bizlere bir düş gibi görünüyor. Ortaçağ’ın büyülü dünyasına dönmenin mümkün olmadığı da inkar edilmez bir gerçek. Fakat, özellikle 1960’larda akıl hastalarının durumlarını iyileştirmek için önerilen radikal çözümlerin Kropotkin’in Geel örneğinden yola çıkarak geliştirdiği düşüncelerle benzerlikler taşıdığını pekala söyleyebiliriz.
Felix Guattari ve bir grup Lacancı psikiyatristin kurdukları Clinique de la Borde, Mayıs 1968’in mirasını da sahipleniyordu. Klinikteki doktorların teröristlere yataklık yaptıklarını ileri süren polis, buraya birkaç kez baskın düzenlemişti.
1970 yılında Heidelberg’de bazı radikal doktorlar ve bir grup akıl hastası biraraya gelerek SPK (Sozialistisches Patienten Kolektiv/Sosyalist Hastalar Kolektifi) adlı bir örgüt kurmuşlardı. Örgütün amacı akıl hastalarının tedavisinde çok köklü değişikliklerin yapılması için kampanyalar yürütmekti. Parlamento dışı muhalefete karşı çok sert önlemlerin alındığı 1970’lerin Batı Almanyası’nda anarşist düşünceleri benimsemiş SPK doktorlarının Kızıl Ordu Fraksiyonu ile ilişkileri olduğu, hastalara bomba imal etmeyi öğrettikleri ileri sürüldü. Yargılamalar sonucu doktorlardan Siegfried Hausner, Wolfgang ve Ursula Huber hapis cezalarına çarptırıldılar. (Meraklısı için not: Endüstriyel müzik topluluğu SPK’nın adını bu kolektiften aldığını, topluluk üyelerinden Graeme Ravell ve Derek Thompson’ın da bir süre psikiyatri kliniklerinde hasta bakıcılık yapmış olduklarını anımsatalım.)
Kropotkin, Geel örneği için, “Özgürlük mucizeler yaratıyor” demişti. Yaşamının son dokuz-on yılını akıl hastanesinde geçirmiş olan Antonin Artaud’un şu kehaneti Kropotkin’in sözünü daha da anlamlı kılıyor: “En sonunda mucizenin gerçekleşmemesi mümkün değil.”
Halil Turhanlı’nın Şenlik, Sanat ve Sabotaj kitabından alınıp düzenlenmiştir.